UZMAN ERBAŞLARA ZATİ TABANCA VERİLMELİDİR, SÖZLEŞME OLMAZ!
2 Mart 2016 günü Isparta Milletvekli Nuri OKUTAN; “ TSK’da görevlendirilen sözleşmeli personelin sorunlarını ve Uzman Çavuşlara zati tabanca verilmemesini” TBMM’de İçişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde dile getirmiştir.
iŞTE O KONUŞMA METNİ:
MHP GRUBU ADINA NURİ OKUTAN (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grubum adına, İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşmeleri üzerinde söz almış bulunmaktayım. Herkesi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Esasen, biz, 2016 bütçe kanunu ve 2014 kesin hesap kanununu görüşüyoruz. İçişleri Bakanlığı bütçesini incelediğimde, Sayıştayın 2015’le ilgili denetimlerini tam manasıyla göremedik. Bu manada, bütçe hakkının kullanılması hususunda eksik bir hakkın kullanılması söz konusu olacak. Burada, sözlerimin başında bunu ifade etmek isterim.
Bütçeyi incelediğimizde, İçişleri Bakanlığı bütçesine 2000 yılından itibaren, AK PARTİ hükûmetlerinden itibaren özel bir ilgi gösterilmediği, daha önce olduğu gibi bir oranda büyüğü gözükmekte ama bunun yanında, bilhassa Jandarma teşkilatıyla ilgili oransal manada bir ihmalin olduğu gözüküyor. “Acaba Jandarma bu süre içerisinde üvey evlat muamelesi mi görüyor?” diye bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz.
Ben, esasen, İçişleri Bakanlığı Mülki İdare Amiri olmam münasebetiyle İçişleri Bakanlığı mensubuyum ve arkadaşlarıma geri döndüm. Aslında, İçişleri Bakanlığı sadece emniyet, asayiş, vatandaşın can ve mal güvenliğini korumakla görevli bir bakanlık değil, onun ötesinde bu memleketin uygar toplumlar içerisinde yer alabilmesi için çok güzel, çok temel hizmetlere de sahiplik eden, görevi olan bir bakanlık.
O bakımdan, onları aslında gündeme getirelim, burada tartışalım istedik -güvenlik konusu çok ön plana çıkıyor, diğer hususlar arka planda kalıyor- ama Bakanlığımız meslektaşlarıma başvurduğumda bir duvarla karşılaştım ve neredeyse, çocuklar kendilerinin muhbir manasına konulacağından korktular ve ben o bilgileri alamadığım için basına yansıyan İçişleri Bakanlığıyla ilgili konuları burada dile getirmek isterim.
Sözlerimin başında, devlet geleneğimizde mülki idare amirleri ve yargı mensupları arasında her zaman bir maaş dengesi muhafaza edilmiştir ancak son yıllarda bu mülki idare amirleri aleyhine bir dengenin bozulduğu görülmektedir. Sayın Bakanımız mülki idare amirliği kökenli olduğu için onun basına yansıyan, zaman zaman karşılaştığımızda da ifade ettiği husus var, “Biz bu dengesizliği çözeceğiz ve mülki idare amirlerine uygulanan bu haksızlığı gidereceğiz.” şeklinde bir vaadi var. O vaadin de takipçisi olacağımızı buradan dile getirmek isterim.
Yine, başka bir önerim var bu manada. İçişleri Bakanlığına bağlı illerde, biliyorsunuz, mahallî idare müdürlükleri gibi, il idare müdürlükleri gibi değişik müdürlüklerimiz var. Bu müdürlüklerin aslında bir çatı altında toplanarak “İçişleri Bakanlığı müdürlükleri” şeklinde değerlendirilmesi ve diğer bakanlıkların müdürlükleriyle denk hem özlük hakkına hem de sosyal statüye kavuşmasını sağlamalıyız diye düşünüyorum.
Yine, Bakanlığımızın yaklaşık 20 bine yakın personeli var. Bu personeller her zaman diğer bakanlıklardan bir tık arka plana düşmüştür. Mesela, hemen komşumuz Adalet Bakanlığımız var. Adalet Bakanlığıyla ilgili karşılaştırdığımızda gerek şube müdürleri düzeyinde gerek uzmanlar düzeyinde, memurlar düzeyinde İçişleri Bakanlığının bir tık arka planda kaldığı görülüyor. Bunların muhakkak giderilmesinde fayda telakki ediyoruz.
Yine, benden sonraki konuşmacımız, meslektaşım muhtemelen değinecek emniyet ve jandarmayla ilgili ama jandarmayla ilgili bir hususu burada belirtmek istiyorum: Güvenlikte, bu sözleşmeli personele, uzman çavuşlara ağırlık verilir oldu. Güvenliğin mühim bir iş olduğunu ve sözleşmeli personelle çözme yoluna gitmenin doğru bir iş olmadığını ben şahsen düşünüyorum. Bu, mümkün mertebe kurumla daha ciddi bağlarla bağlı kalabilecek, belki doğrudan kadrolu personel şeklinde çalıştırılabilecek bir noktaya gelinmeli.
Bir başka husus içimin yandığı, bilhassa bu uzman çavuşlarımızın zati silahları yok. Geçen, Van’da ve değişik yerlerde, belki de çocuklarımızın silahı olmadığı için terör örgütü mensupları geldiler, bankada, çarşıda çocuklarımızı katlettiler. Belki yanlarında silahları olsaydı onlar da bir karşılık verirlerdi diye düşünüyorum.
Madem polisten bahsettik, Sayın Bakanım, belki doğrudan sizle ilgili kısmı değil ama Hükûmet nezdinde bunu da aktarabiliriz, daha çok Başkanlık Divanımızı ilgilendiren bir hususu dile getirmek istiyorum: Şimdi, Cumhurbaşkanlığı Koruma Başkanlığı var -güvenlik açısından- Başbakanlık Koruma Başkanlığımız var, bunların mahiyetinde de polislerimiz var, güzel çalışıyorlar. Yalnız Mecliste de bir Koruma Başkanlığı var, bunun bünyesinde de görevini ciddiyetle yerine getiren polis memurlarımız var. Son dönemde bu çocuklarımızın burada yoğun mesaileriyle elde ettikleri ücretlerde geri adım atıldı, bunların muhakkak düzeltilmesi lazım. Bir başka husus, burada, sayın bakanlarımız filan ya da Sayın Başbakan filan geldiğinde bir koruma ordusuyla karşı karşıya kalıyoruz Mecliste. Bu doğru bir görüntü değil, burada yeterince Meclisin güvenliği olduğu kanaatindeyim. O kaba görüntü de muhakkak giderilmeli ve buradaki polislerimize, güvenlik personelimize güvenmeleri sağlanmalı diye düşünüyorum.
Büyükşehir Yasası’nın bizzat zatıalinizin de Sayın Bakanım, Bakanlığınızın da aslında bir arayışı içinde olduğunu ve çıkartıldığını biliyoruz ama bu doğru işlemedi. Batıda beldelerimizin, köylerimizin mallarının çarçur edildiği bir görüntüyle, hizmetlerin yerinde, zamanında yerine getirilemediği bir görüntüyle karşılaştık. Aslında güneydoğu ve doğu için belki güvenlik sorunlarıyla da alakalı, belki başka görüşmelerle entegre edilebilecek bir şekilde yasalaştırıldı ama bu şimdi oralarda farklı uygulanıyor, bölgede sanki bir ayrımcılığa, bölgede farklı bir uygulamaya güç katan bir yasa olarak çıkıyor. Muhakkak bu Belediye Yasası’nda, Büyükşehir Yasası’nda değişikliğe gidilmeli ve belediye başkanlarının yetkileri artırılmalı, yerel yönetimlerin yetkileri artırılmalı ama şu manaya gelmemeli: Bugün orada işte, yığınaklarda, bomba düzeneklerinin kurulması dâhil birtakım faaliyetler içerisinde belediye görevlilerinin, belediye makinelerinin yer aldığını biliyoruz. Bunu yapanların muhakkak cezalandırılması sağlanmalı ve belediye başkanlarının da derhâl belki İçişleri Bakanlığının emriyle, belki başka bir formül bulunarak görevden alınması sağlanmalıdır. Bu konuda yeni bir yasa değişikliğine gidilmelidir.
Diğer taraftan, mülki idare amirleri de bu yasayla birlikte sanki atıl plana düşmüştür. Evet, valiliklerimizde şimdi proje izleme ve değerlendirme birimi oluşturuldu ve valilerin bilhassa burada birtakım tasarruflar kullanmaları sağlandı ama bu iyi yürümüyor. Bunu mülki idare amirleri… Bilhassa kaymakamlarımız, valilerimiz de bence memleketin en iyi yetişen kadrolarından, profesyonel idarecilikleri var. Mülki idare amirinin bu profesyonel yeteneklerinden faydalanılmalı. Ben biliyorum, şimdi daha da gelişmiştir, bizim meslektaşlarımızın önemli bir kısmı yurt dışında değişik ülkelerde master ve doktora yaptılar, hem de uygulamada, geldiler bunları uyguladılar ve profesyonel idarecilerdir, istediklerinizi alabilirsiniz. Yükü yükleyin, sonucun nasıl memleketin geleceği açısından olumlu şekilde çıktığını hep birlikte görmüş olacağız.
Diğer taraftan -vakit hızla akıyor- nüfusla ilgili gelişmeler var, güzel. Elektronik kimlik kartı en son hâliyle çıktı ama orada, gelecek on yılda 200 milyona yakın kimlik kartının kullanılacağını hesap ediyoruz. Zaten mevcut 80 milyon vatandaşımızın kimlikleri değiştirilecek ve her yıl yüzde 10 civarında değiştiğini de varsayarsak, 200 milyon civarında ve bunların yaklaşık 1 milyar doların üzerinde bir mali boyutunun olduğunu biliyoruz. Bunun ihalesini kimlerin alacağı, bu çalışmaları kimlerin yürüteceği bu manada çok önem arz ediyor. Bunun takipçisi olacağız. Sizin de bizzat bunları takip etmenizi buradan diliyoruz.
Sınır yönetimi hususunda bir çalışma olacağı duyumlarımız var basına yansıyan kısmıyla. Bunun aynı zamanda… Madem sınır yönetiminde birtakım önlemler alınacak, bu önlemlere bir pazarlama aracı, efendim, bir kadrolaşma aracı vesaire filan olarak bakılmamalı bu sınır yönetimi işinde çünkü bizim sınırlarımız cetvelle çizilmedi, kanla çizildi bu sınırlar, bir mücadelenin sonrasında çizildi. Bunlar muhakkak başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bir entegre çalışma içerisinde yapılmalı ve orada bir pazarlama aracı yani yeni kurulacak teşkilata mal, teçhizat vesair filan gibi yeni bir alanın açıldığı bir iş olarak bakılmamalı diye düşünüyorum.
Esasen, aslında, Sayın Bakanım, başta zatıaliniz olmak üzere, işiniz çok zor, işimiz çok zor aslında Türkiye’nin. Türkiye kuşatılmış bir durumla karşı karşıya. Aslında, sadece sizlerin değil, artık sadece AK PARTİ Hükûmetinin değil, milletin meselesi hâline gelen bir sorunla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bu manada hem şahsım hem partim hem tüm gönüldaşlarımız olarak destekliyoruz ancak sizin de duruşunuzun netleşmesini istiyoruz. Bu manada, biz biliyoruz ki iç politika dış politikayla da her zaman bağlantılı. Yani, ne olur? İşte, Başbakan Cameron “Aslında, yüz yıllık bir hesaplaşmanın tekrar… Yarım kalmış bir hesabın görülmesiyle karşı karşıyayız.” diyor özel görüşmelerinde, basına yansıyan kısmıyla. “Orada bir de Lawrence’e ihtiyacımız var ama bu Lawrence’yi, o kalitede bir askerî dehayı bulamıyoruz.” diye yakınıyor. Yine, George Bush da 11 Eylülde İkiz Kuleler bombalandıktan sonra bir haçlı seferinden bahsediyor. Dolayısıyla, onların artık bölgemizde uygulandığı dönemi yaşıyoruz. Bu dönemin yaşanması bize de iç politika olarak yansıyor. Bu doğru ama burada da bir millî duruşu hep birlikte sergilemeliyiz. Bunun için de demokrasiden muhakkak vazgeçmemeliyiz yani demokratik… Bunu çözümü burada. Sevgiyi büyütmeliyiz. Birbirimize olan sevgimizle bunları aşabiliriz, saygımızla aşabiliriz, birlikteliğin sağlanmasıyla bunları aşabiliriz. Bunları aşabilecek güçteyiz biz. Geçmişte bunları yaptık, şimdi de yapabiliriz ama sizin hem söylemlerinizde hem de Hükûmet olarak duruşunuzda biz netlik görmek istiyoruz, daha kararlı bir netlik görmek istiyoruz. Demokrasiye inancımızı kaybetmemeliyiz ancak bu şeyleri demokrasiyle aşabiliriz. Halkın istediklerinin, eğilimlerinin yönetime akışını sağlayarak aşabiliriz. Bu manada, hukuk devleti algısını da her alanda yürütmeliyiz ve göstermeliyiz.
Diğer taraftan, millî birlik ve beraberliğimizi korumakla ilgili en ufak bir şüphe duyulmamalı, tüm sosyal gruplar, tüm siyasi çevreler arasında bir ahenk oluşturulmalı. Aynı ahenk devlet ile millet arasında da gerçekleştirilmelidir. Yine, kamu kurumları arasında ciddi bir iş birliği ve koordinasyon gerekmektedir. Tüm taraflar bu kuşatılmışlığın farkına varmalı, bu kuşatmayı yaracak fikir ve gönül birliği içinde bulunmalıdır. Herkes kendine ait kimlikleri hür şekilde taşıyabiliyorken, erkeğim, kadınım, Aleviyim, Sünniyim, Abazayım, Avşarım, Türkmenin diye taşıyabiliyorken ortak değerlerimiz üzerinde hassasiyetini sürdürmeli ve birlikte hareket edilmelidir. Birlikte Türk milletini oluşturmalıyız. Bunun için Sayın Cumhurbaşkanımız sayın cumhurun reisi olarak hem kurumlar arası hem de vatandaşlar ve sosyal gruplar arasında diyaloğu ve birlikteliği güçlendirecek tutum ve davranışlara öncülük etmelidir. Kendi siyasi geleceğini planlamak yerine, memleketin içinde bulunduğu bu zor şartlardan çıkması için gerekli olan birlikteliğin liderliğini yapmalıdır. Yapacağı tüm faaliyetler bu amaca yönelmelidir. Geçmişimiz, kültürümüz ve coğrafyamızdan alacağımız birikim, geleceğimizi planlamak için yeterli bir atmosfer vardır. Ancak bunun için samimi bir öz eleştiri ve ihlaslı bir tövbe gerekmektedir. Hükûmet hâlâ çözüm sürecinin devletimizi zaafa düşürecek temel yanlışlarının yerinde olduğunu, hatta çözüm sürecinin bu milletin hayır duası olduğundan muhakkak denenmesi lazım geldiğini, önüne gelecek her fırsatta tekrar devreye konulacağına dair vurgulamalarını sürdürmektedir. Hâlbuki, böyle bir savunmaya girmeye hiç gerek yok. “Bizler yanlış yaptık ve şimdi doğrunun peşindeyiz.” demek yetecektir.
Bizce devlet yönetimi halkı ihya etmeli, halkın devlette memnuniyetini artırıcı önlemler almalı, halkın kendisini huzur ve güven içinde hissetmesini sağlayacak, bu ülkede mutlu olmasını sağlayacak uygulamalarda bulunmalı ve kişi hak ve hürriyetlerinin önünü açmalı ve her Türk vatandaşının bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olduğunu hissetmesini sağlamalıdır. Ama diğer taraftan, buyrukçu, baskıcı, bölgeyi homojenleştirerek, tek tipleştirmek adına bölge insanını ezen, zulmeden ve aynı zamanda emperyal hayalleri olan güçlerin taşeronluğunu yapan silahlı, kanlı örgütle barışmak, çözüm sürecinin zamanında bu işlerle uğraşmak bizim karşı olduğumuz bir iştir. Biz, asla bunun içinde, yanında yer alamayız.
Ne diyecektim? Çözüm süreci diye uygulanan bu süreç, böylesine bir barış, böylesine bir hak isteğinin yerine getirilmesi olarak işlememiştir zaten. Esasen, halklar arasında bir küslük de yoktur. Binlerce yıldır olduğu gibi, tüm medeni faaliyetlerimizi hep birlikte yapmaktayız, etle tırnak olmuşuz. Söylediğinizin aksine, çözüm süreci, tarihimizde ilk defa halklar arasında ayrılık tohumu eken bir süreç olarak karşımıza çıkmıştır, bunların tohumları âdeta atılmıştır yanlış uygulamalar sebebiyle. Bunların üzerinde muhakkak durulmalıdır.
Çözüm süreci, aslıda, bize göre büyük çözülmenin Türkiye’de bir uygulanışı olarak yansımıştır. Bu, Ermeni sorununda Ermeni tezlerinin kabulü şeklinde, Kıbrıs sorununda Rum tezlerinin kabulü şeklinde, Ege sorununda, kıta sahanlığı ve kara suları sorununda da Yunan tezlerinin kabulü şeklinde çıkmıştır. Türkiye’de, çözüm de uygulanan hâliyle, tabloda gördüğümüzde, örgüt tezlerinin kabul edilmesi ya da o tezlerin yürürlüğe konması şeklinde meydana gelmiştir.
Vaktim daralıyor, burada söylenecek çok şey var ama şu tezi de şu iddiayı da buradan söylemek zorundayım, bir çalışma yaptım:
Barış sürecinde silahlar susmuş ve aranır bir tablo çıkmıştır filan; böyle değil. Bu söylediğimiz tablo. 2000 yılında ne kadar kaybımız var? 2005 yılına gelinceye kadar, beş yıllık süre içerisinde, aşağı yukarı, 2002 yılında 7 kişi kaybetmişiz, 2001 yılında 15 kişi kaybetmişiz, şehit vermişiz. Anlaşılıyor ki çözüm süreci başladıktan itibaren de tablo meydanda, ben burada herkesin görmesini arzu ediyorum. Çözüm süreci silahların susmasına filan yaramamıştır. Burada, 6-7 Eylül olaylarından sonra öldürülen vatandaşlarımız yok, burada sivil kayıplarımız yok, burada gardaki bombalı saldırıda ve Hatay’da, Suruç’ta olan kayıplarımız yok, sivil kayıplarımız yok, sadece korucular, polisler ve Silahlı Kuvvetler mensupları var. Dolayısıyla yani “Barış sürecine başladık, silahlar sustu.”, böyle bir tez doğdu değildir.
Söylenecek çok şey var ama son olarak şunu ifade etmeliyim: Gün birlikte olma günüdür, sadece politik söylemlerle politik birtakım ifadelerle aşılamayacak bir dönemi yaşıyoruz. Herkesin bunun idrakinde olması lazım. Devletiyle, siyasi gruplarıyla, toplumun bütün kesimleriyle kucaklaşarak bu işi ehemmiyetle, ciddiyetle ele alarak sorunun üstesinden gelebiliriz diye düşünüyorum.
Burada sözlerimi bitirirken bugün yine bir şehidimiz var, o şehitleri de buradan rahmetle anıyorum.
Bir hususu dile getiriyorum: Sayın genel müdürümüz Cizre’ye gitmiş, Cizre’de polislerle görüşmüş ama bir tür AK PARTİ’nin propagandası hâline dönüşmüş, bunlar doğru şeyler değil. Ben, kara yoluyla oraya kadar gitmişse Şırnak’ı da arka sokaklarıyla birlikte dolaşmasını, oradan Eruh’a kadar gitmesini, sahadaki o kampların…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURİ OKUTAN (devamla) – … kuruldukları yerleri görmesini arzu ederdim.
Bu duygularla herkesi hürmetle, saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)