Dolar 32,3655
Euro 34,9626
Altın 2.325,50
BİST 9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 23°C
Az Bulutlu
Ankara
23°C
Az Bulutlu
Cts 24°C
Paz 24°C
Pts 26°C
Sal 21°C

HARBİYELİ ALDANMAZ PAROLASIYLA ALDANAN HARBİYELİLER!

HARBİYELİ ALDANMAZ PAROLASIYLA ALDANAN HARBİYELİLER!
24 Mayıs 2019 19:00
556

Emekli Jandarma Kurmay Albay Mustafa ÖNSEL Oda TV’deki köşesinde, tarihe ışık tutacak önemli bir yazı kaleme aldı. 

 

 

İŞTE O YAZI

“Harbiyeli aldanmaz” parolasıyla aldanan Harbiyeliler
 

21 Mayıs gecesi çıkan olaylarda 8 kişi hayatını kaybetmiş, aralarında Kara Harp Okul Komutanı Tuğgeneral Kemalettin Eken’in de bulunduğu 21 kişi yaralanmıştı.

İlki bir sene önce, yani 1962 yılının Şubat ayında yapılan Kara Harp Okulu merkezli darbe girişimi akamete uğratılmış, başta Talat Aydemir olmak üzere bir kısım subay sadece emekli edilerek olay sonlandırılmıştı. Ancak bu maceracı girişim bitmemişti. Emekliye ayrılan Talat Aydemir yine faaliyetlerine devam edecek, hem Harbiye’den hem ordu içinden el attığı askeri personel ve askeri öğrencilerle 21 Mayıs 1963’te yeni bir kalkışmanın startını verecekti.

Geniş hikâyesini 1 Köy, 4 Adam, 6,5 Darbe isimli kitabımda aktardığım, o dönemin Harbiyelisi Halistin Kukul, kalkışma öncesinde, kalkışma sırasında ve sonrasında yaşananları,tam 55 yıl sonra şöyle aktaracaktı;

“Artık ikinci sınıfa geçmiş, mezun olmak için gayret ediyorduk. Zaman zaman, yine ihtilâl lâfları ediliyor, Talât Aydemir’i selamlayanlar, nasıl mukabele gördüklerini anlatıyordu.

(…) Sanıyorum ki birinci yarıyıl sonlarıydı. Yanıma başka bölükten biri geldi ve ‘Sen Erol Ege’nin grubunda mısın?’ dedi. Şaşırdım, ‘Ne Erol’u?’ dedim. ‘Siz beş kişi onun gurubundasınız’ dedi. Kendisini tersleyince yanımdan ayrıldı. Fakat endişelendim. Çevremdeki arkadaşların faaliyetlerini gözledim. Birileri birileriyle sıkıfıkı ve kıyıda köşede konuşuyor. Bir şeyler döndüğünü anlıyordum.

Bir gün, yine bizim kısımdan FahamettinPasos, izinsiz bir iş yapmaktan birkaç günlük ceza almıştı. Okulun arka tarafında bu tür suçlar için birnezarethane vardı. Onu ziyarete gittim. Kısa hâl-hatırdan sonra bana: ‘Halistin, benim bunların arasından çıkmama artık imkân yok. Sakın bunlara uyma!’ dedi. Artık net olarak anlaşılan bir ihtilal faaliyeti vardı ve belli ki ‘çengel’ faaliyeti işliyordu.

(…) Biz, ikinci sınıflar olarak, bitirme sınavlarına giriyorduk. Mayıs sonunda sınavlar bitecek ve 30 Ağustos’ta da rütbelerimizi takacaktık. Artık son safhadaydık… Nereden bilecektik bütün ümitlerimizin bitiminin başlangıcında olduğumuzu?

20 Mayıs Pazartesini 21 Mayıs Salıya bağlayan gecede, kader çizgimiz birden değişiverdi…

***

Gece 23.00 sıralarında, ikinci kattaki 34. kısım diye adlandırılan sınıfımızdan, ertesi günkü Askerî Psikoloji sınavına hazırlık yaptıktan sonranizamiyenin tam üzerine denk düşen üst kattaki yatakhanemize çıkmıştık.Bir taraftan yataklarımızı açıyor, bir taraftan da birbirimize yarın sınavda ne çıkar diye soruyorduk.

Henüz uyumakla uyumamak arası bir zaman geçmişti ki 00.30’da, bir anons duyduk: “Harp Okulu Alayı alarm! Harp Okulu Alayı alarm!”Şaşkındık. Hangi elbisemizi giyeceğimize bile tereddüt ettik. Herkes telaş içindeydi. Birkaç dakika içerisinde eğitim elbiselerimizi giyip  iç bahçeye indik. Bu arada iç bahçede, birkaç el silâh sesi geldi. Doğru silâh deposuna gidip tüfeklerimizi aldık. Kimse ne yapacağını bilmiyordu.

Ortalıkta birileri dolanıyordu. Sonra bölükler toparlandı, sıra ile ve düzenli bir şekilde nizamiye‘ye doğru yürüdü. (…) Nizamiye’den çıkıp şehre doğru henüz on-onbeş metre yürümüştük ki sol tarafımızda bir taksi durdu ve içinden resmi kıyafetiyle Talat Aydemir indi.Tarafımdan vaziyet iyice anlaşılmıştı. Fakat yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Kimsenin de yoktu. Bir akıntı içinde sürüklenmeye başlamıştık.

Talat Aydemir ile istikametlerimiz farklıydı. Biz şehre, o ise Harp Okulu binasına yürüyordu. Ama hepimizin bir belirsizliğe sürüklendiği gün gibi aşikârdı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Fakat kime ne diyebilirsiniz? Ya, yanında bulunan, seninle beraber yürüyen arkadaşın bu işe taraftarsa o zaman ne olacak? Kimse kimseye bu anlamda güvenemiyor.

TBMM’ni geçip Genelkurmay’a doğru inişe geçince, bazı arkadaşların,‘Acele edin! Radyo Evine gidiyoruz. Hadi, hadi!’ diye seslendiklerini duydum. O andan itibaren kimin nereye gittiği artık belli olmuyor, herkes birinin sözüne uyup bir yerlere doğru sürükleniyordu. Ben Genelkurmay kavşağında kaldım…

Saat takriben 01.30 civarıydı. Genelkurmay’ın önünde/Millî Müdafaa Caddesinde, hareket istikameti Kızılay yönünde, enterne edilmiş/saf dışı bırakılmış, mürettebatsız iki tank bulunuyordu. Arkadaşların büyük çoğunluğu, daha sonradan öğrendik ki radyo evi ve civarına gitmişler. Hiç kimse ne yapacağını bilmiyordu. Kimdi bilmiyorum, biri: ‘Kızılay tarafından gelen resmi veya sivil vasıtalara parola sorulacak’ dedi. Birkaç arabaya parola sorduk… Kim ne bilsin parolanın ‘Harbiyeli aldanmaz!’ olduğunu.  İşte, öyle bir şey! Neticede, birkaç geçen arabaya daha soruldu, gariplik hissedilince hemen vazgeçildi.

SİZ ŞİMDİDEN SUBAYSINIZ, NE YAPACAĞINIZI BİLİRSİNİZ!

Gerçekten de Harbiyeli, saflığı, temiz yürekliliği ve tecrübesizliği sebebiyle ‘aldatılmıştı.’(…)Çünkü; daha sonraları, mahkeme safahatlarında görüldü ki o gece, bir süre önce Yeni Delhi’deki sürgünden Türkiye’ye dönen Türkeş; emekli Binbaşı İzzet Köz’den aldığı bilgiye dayanarak, o zamanki hükümetin koalisyon ortağı olan CKMP milletvekili Fuat Uluç’a, 20 Mayıs’ı 21 Mayıs’a bağlayan gece Talât Aydemir ve arkadaşlarının ihtilâl yapmaya teşebbüs edeceklerini iletmişti. O da CKMP Milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’na, Yılanlıoğlu da, parti arkadaşı ve koalisyon hükûmetinin Adalet Bakanı olan Hasan Dinçer’edurumu bildirmişti.

Bu bilginin/ihbarın Başbakan İnönü’ye bildirildiği saat 20.00 sıralarıydı ve İnönü buna; “Olmaz öyle şey!..” diye karşılık vermiş, ancak 3,5 saat sonra, yâni saat 23.30’da, ihtilâl fiilen başlamıştı.Öncesi olan bir hareketin, devleti temsil eden ve icraatından birinci derecede sorumlu olan hükümetin başına bildirilmesinin ardından geçen 3,5 saat içerisinde hiçbir önleyici faaliyette bulunulmaması manidar değil midir? İşte muktedir olamayan bir iktidarın sebep olduğu ihtilalin ikinci denemesi!

Talât Aydemir’in her türlü faaliyetini takipte olması gereken MİT’in, Türkeş’ten önce bundan haberdar olması gerekmez miydi?

Şimdi; bugün yaşayanlar da dâhil olmak üzere herkese soruyorum: Harbiyeli aldanmış mıdır? Yoksa Harbiyeli’ye kumpas mı kurulmuştur?

O gece yaşadıklarımı anlatmaya devam edeyim…

***

Genelkurmay Kavşağı oldukça sakindi. Ancak, çok geçmeden karargâhtan bir anons yapıldı: ‘Harbiyeli arkadaşlar, lütfen okulunuza dönünüz. Aksi takdirde ateş açılacaktır!’

Bu ikaz üzerine birkaç kişi enterne edilen tankı siper ettik kendimize. Birkaç kişi de caddenin öbür tarafında, bir bakanlığa ait bahçe duvarını siper aldı. Bu anons, sanıyorum ki iki defa tekrar edildi ve birkaç dakika geçmeden de gerçekten ateş edilmeye başlandı. Yapılan yaylım ateş oldukça fazlaydı ama hiçbiri direkt üzerimize yapılmadı. Havaya ateş edilmişti.Ne yapacağımızı gerçekten bilmiyorduk. Okula çıksak ne ile karşılaşacaktık, onu da bilmiyorduk.

Bu sırada, o zamanki Gülhane tarafından bir tank geldi. Arkadaşlar o tankı durdurdular. Hiç unutmam, bir de baktım ki en samimî arkadaşım Tayyar tankın üstünde…

Genç bir kurmay Albay, ‘Yapmayın arkadaşlar’ diyor, ‘Yapmayın!’Kendisine, bizden olup olmadığı soruluyor. Öyle bir ruh hali ki biz, kimdeniz, kimin karşısındayız, aslında onu da bilmiyoruz. Çünkü kimsenin yanında değiliz. Sadece devleti arıyoruz, o kadar!

Tayyar’a seslendim. İşaretim üzerine Tayyar aşağı indi. Tayyar’a niçin silah doğrulttuğunu, bizim böyle bir maksadımız olmaması gerektiğini söylemeye çalışırken, daha sonra, Okul komutanı Kemalettin Eken’i vurduğu söylenen Karazeybek soyadlı üsteğmen belirdi. Bazı arkadaşlara bir şeyler söyledi. O sırada, Emekli Süvari Binbaşı ve ihtilalin en hareketli adamı, aynı zamanda iki numarası olan Fethi Gürcan’ın onbeş yirmi metre ilerimizden geçmekte olduğunu söylediler. Onu, elektriklerin loş ışığında zor seçebildim. İki sten tabancası vardı.

(…)

Genelkurmay’dan, yeniden aynı ikaz geldi. Yine bir tankın arkasına geçtik. Tekrar yoğun bir ateş açıldı. Ne ileri yani Kızılay’a gidebiliyor, ne geri yani okula dönebiliyor, ne de yerimizde rahat durabiliyorduk. Gerçekten ne yapacağımızı bilmiyorduk.

Bu sırada, ard arda fasılalı olarak birkaç askeri jip geçti. Mermi isteyenlere mermi verelim dediler. Aman Allahım! Ne yapacaktık acaba bu mermileri. Bunları bu arkadaşlara dağıtmaları için kim hangi akıl vermişti?Tam bir curcunaydı diyebilirim. Çok geçmedi kararımı verdim. Kızılay tarafından gelen bir askeri jipi durdurup, onunla okula döndüm. 

Okulda, nizamiyeden girişte sağ tarafta Komutanlık Karargâhı bulunuyordu. Sağlı sollu odalarda üçer beşer kişi vardı. Bunlar, üst rütbeli subaylardı. Bir ara, Talat Aydemir koridora çıktı. Arkadaşlardan Erol ona: ‘Komutanım, bir arkadaşımız Tarım Bakanlığı bahçesinde vurulmuş!..’dedi. Aydemir’in cevabı kanımı dondurdu: ‘İhtilal yapıyoruz, çocuk oyuncağı değil, elbette kan akacaktır!’

Hiç beklemeden, yatakhaneye çıktım. Bir arkadaş, ‘Uçaklar, koruluğun üzerinden dalışa geçtiler…’ devamını getirmeye kalmadı, başının üzerinden bir mermi karşı duvarı deldi. Uçaklar peş peşe Harbiye’ye dalıp ateş etmeye başlamışlardı. Tekrar komutanlık karargâhına çıktım. Bu gece Talat Aydemir’i üçüncü görüşüm de burada oldu. Bazı arkadaşlar- ki bunlar, kendisiyle yakından irtibatlı olanlardı- Aydemir’e bir şeyler söylediler ki onun şu sözüne yakından şahit oldum: ‘Siz şimdiden subaysınız, ne yapacağınızı bilirsiniz!’

ANKARA’DA BUNLAR YAŞANIRKEN HEPSİ FİNK ATIYORDU

Artık sabah oluyordu. Uçaklar, Harbiye koruluğundan başlıyor, okulu tarayıp geçiyorlardı.Nihayet gün ışımaya başladı. Uçakların uçuşları azaldı. Yine yatakhaneye çıktım ve nizamiyenin üstünden bakıyorum. Tanımadığım subaylar; yorgun, bitkin, şaşkın Harbiyeli arkadaşları: ‘Burası Suriye mi, bu ordu Suriye ordusu mu? Irak ordusu mu? Hadi, girin içeri…Hadi..’ diye azarlıyorlardı. Ey zat-ı muhteremler, gece boyu neredeydiniz?

Biz, bunlara “yelkenci” diyorduk. Yanlış veya doğru, açık, apaçık olmak başka şeydir, duruma göre kıvrılıp arslan payına konmak ayrı bir iştir.

(…)

Sonuç, 21 Mayıs 1963 kalkışması da Talat Aydemir için hüsranla sonuçlandı.

***

Sınıflara geçtik. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Ertesi gün saat, 08.00-09.00, tektük değişik yerlerden gelen arkadaşlar var. Gittikleri/götürüldükleri yerde duruma ancak vâkıf olabilmişler ve dönmüşlerdi. Herkes aç. Kimsenin boğazından bir zerre gıda ve su geçmedi.

Sınavlar ne olacak? Bilmem ki! Fısıltılı hâlleşmeler… Suskunluk hat safhada… Kafalar önde… Çehreler buruk…

Her zamanki yerimizde içtima oluyoruz. Nizamiye tarafından bir adam çıkageliyor. Anlaşılan, o da, dün gece hangi tarafın başarılı olacağı hesabını yapanlardan. Okul Komutanımız Kemalettin Eken’in yerine atanmış meğer. Ağza alınmayacak sözlerle bizlere hakaretler yağdırdı.Gerildik, bunaldık, homurdandık. Fakat öyle bir çaresizlik içindeydik ki…

(…)

Ertesi günlerde, daha çok geceleri bazı arkadaşlar yatakhanelerden alınıp götürüldüler. Bu, birkaç akşam devam etti… Ve acaba beni de alırlar mı sıkıntısıyla uykularımız kaçtı. Bir taraftan da yeni gelen subaylar sınıflara giriyor, bazı kanun maddeleri okuyarak, şayet itiraf eder doğruyu söylerseniz suçunuz hafifler telkininde bulunuyorlardı. Sonra, savcılar ifademizi almaya başladı.

Sorulardan biri: “O gece Talât Aydemir’i gördün mü?” idi. Çünkü bizim sınıfa, 22 Şubat 1962’ye kadar komutanlık yapmıştı. Şayet Aydemir’i görüp de şehre inmişsen, bu demektir ki ihtilâle bilerek katıldın. Bu da elbette suçtu. Yâni, soruya verilecek ‘Evet!’ cevabı adamı içeri attırabilirdi.

Neyse o şerefli yuva Harbiye’yi bize hapishane yaptılar. O muhteşem Harbiyelilik günlerimizin son 3,5 ayını böyle geçirdik.

***

Mahkeme salonu olarak Harbiye binasının birinci katında bulunan spor salonutahsis edildi. Orada yargılanacaktık.2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi olarak, 13 Haziran 1963 perşembe günü, hârici elbiseli olarak salona alınmaya başlandık.

Bu arada, öncesinde 18 kişinin gece yataklarından alınıp götürüldüğünü ifade edeyim. Duyduğumuz kadarıyla bunlara bir takım işkenceler yapmışlar. Onları elebaşı olarak tespit edip, başka kimler olduğunu hususunda sıkıştırmışlar. Onlar da, 169 öğrencinin ismini vermişler. Bu isimler, daha sonra 169’lar Listesi olarak mahkemeye geldi. Aralarında ben de vardım.

Söz konusu 18 arkadaşımız, Mamak’ta, Talat Aydemir’in yargılandığı 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde idamla yargılandılar ve 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırıldılar.Bizim yargılandığımız 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde, hepimiz 5-15 yıl hapis talebiyle yargılanıyorduk.

(…)

Haziran ayı neyse de Ankara’nın Temmuz ve Ağustos aylarındaki sıcağında, dört düğme ilikli olarak, kravatlı hâlde, tıklım tıklım doldurulan spor salonunda çok eziyetli bir yargılama oluyordu.Hâkimin; ‘Birer düğmenizi açabilirsiniz!’ demesi bile bize büyük bir rahatlık veriyordu.

Nihâyet, 11 Eylül 1963 Çarşamba günü, mahkeme kararları açıklandı. Belki de en zor anı o anda yaşıyorduk. Kim, kaç yıl ceza alacaktı? Ne olacaktık? Sonuçta büyük bir kısmımız beraat etti. (…) İşin garibi ceza almasak bile sevinemiyorduk. Çünkü75 arkadaşımız4 yıl 2 ay, 91 arkadaşımız da 3 ay hüküm giymişti.

Beraat etmiş olsak da bu arkadaşlarımızın askerlerin eşliğinde, salondan birer birer götürülüşlerindeki ıstırabıntarifi yoktu. Onlara son bakışımızdı. Tarumar olmuştuk…Hiç kimsede zerrece bir neşe bulunmuyordu… Aptallaşmıştık… Biri bize uyuşturucu vermişti sanki!

Yirmi yaşında gençler, gönülleri kırık, içleri buruk, halleri savruk ve yüzleri kavruk vaziyette ne olacaklarını tahayyül edemedikleri yeni bir yolculuğa hazırlanıyorlardı…Aranan devlet, atan, süründüren devlet oluyordu!”

Böyle bitirdi sözlerini Halistin Kukul…

Ben Halistin Kukul’u dinlerken hala üniforma aşkının sönmediğini gördüm. Anlatırken gözleri bazen çakmak çakmak oluyor, bazen de buğulanıyordu. Olayın üzerinden 50 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen; “Benim için hadise hala tazeliğini korumaktadır” diyordu sertçe. Bu anlamda Talat Aydemir’e de devrin hükümetine de kızıyordu. Tabi acının hafızası güçlüdür derler. Yapılan haksızlıklar asla unutulmuyor, küllenmiyor…

Mahkemeden beraat kararı almalarına rağmen aralarından; Futbol hakemi Ertuğrul Dilek, bir dönem Teakvando Federasyon Başkanlığı da yapmış Hakkı Koşar, 28 yıl Jimnastik Federasyon Başkanı olarak görev yapan Atilla Örsel gibi spor adamları; içlerinde rektörlük yapmış Prof. Dr. Oktay Yazgan’ın da olduğu onlarca akademisyen; Eskişehir Belediye başkanlığı yapan Aydın Arat ve Erzincan Belediye Başkanlığı yapan Adnan Ercan ile birçok ilçe belediye başkanı; milletvekili olarak görev yapan Süleyman GençVahit SuiçmezSelahattin TaflıoğluNizamettin ÇobanSavaş Süzal gibi tanınmış gazeteci; Kaymakam ve valilik gibi görevler dâhil çeşitli kurumlarda yönetici olarak görev yapanlar; işadamları; Enver Altaylı vb. gibi kamuoyunca bilinen meşhur simaların çıkacağı o zamanın Harbiyelilerinin (toplam 1459 öğrenci) hepsinin Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla ilişikleri kesildi. Er statüsünde terhis edildiler.

***

İdam cezası alanlardan sadece Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın idamları onandı.

21 Mayıs gecesi çıkan olaylarda 8 kişi hayatını kaybetmiş, aralarında Kara Harp Okul Komutanı Tuğgeneral Kemalettin Eken’in de bulunduğu 21 kişi yaralanmıştı.

Takvim yaprakları 27 Haziran 1964’ü gösteriyordu. Gürcan, son sigarasını tüttürdü

 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…